bak koçum.
biz içerideyiz, tuzumuz kuru, eyvallah.
ama o kapıyı kilitleyip, çaylak listesini kabartarak eline geçen tek şey; kendi küçük krallığında tatmin ettiğin o üç kuruşluk egon.
sözlük dediğin yer durgun su değildir, akarsudur.
sen o barajı tutarak içerideki oksijeni bitiriyorsun.
farkında değilsin ama içerisi birbirini ağırlayan, aynı geyikleri çeviren körler sağırlar cemiyetine döndü.
(kahkaha attım)
bu durağanlık, kalitesizlikten daha tehlikelidir.
neden korkuyorsun o kapıları açmaktan?
gelecek olan kaosun, senin o steril sandığın düzenini bozmasından mı?
yoksa yeni gelecek bir zekanın, senin o kokuşmuş tahtını sarsmasından mı?
gerçek bir yapı, dışarıdan gelen basınca direnerek değil; o basıncı içine alıp öğüterek güçlenir.
aç şu kapıları. bırak sel gelsin.
içeride barınamayacak kadar boş olan zaten doğal seçilimle elenir gider.
ama o kalabalığın içinden çıkacak tek bir zehirli zeka, senin o bürokratik titizliğinden, o memur zihniyetinden çok daha değerlidir.
bekçilik yapmayı bırak, oyun kurucu ol.
bas o butona, taze kanı içeri pompala.
izle ve gör; bakalım senin o 'seçkin' ortamın bu kaosu kaldırabilecek kadar sağlam mı?